24 OCAK KARARLARININ 40.YILI ÜZERİNE…
03 Mart 2020 00:25:00
12 Eylül 1980 sabahı saat 8’de bir grup asker Başbakanlık Müsteşarı Turgut Özal’ın evine geldi ve onu Başbakanlık binasına götürdü. Özal yalnız değildi, diğer bürokratlar da aynı şekilde teker teker binaya getiriliyordu, çünkü darbeciler ilk iş olarak ekonomi yönetimiyle görüşmeye karar vermişlerdi. Ekonomi bürokratları saat 9.30 gibi Genelkurmay Başkanlığı’na çağrıldılar ve bir tümgeneralin başkanlığında yapılan toplantılara gruplar halinde davet edildiler. Öğle saatlerinde toplantı salonuna giren bir general, Turgut Özal’a Haydar Saltık’ın kendisiyle görüşmek istediğini söyledi. Darbenin beyni Saltık, Özal’a bizimle çalışır mısınız diye sordu, Özal ise bu teklifi bu bir şereftir diyerek kabul etti.
Özal bir Nakşiydi, yıllarca patron örgütü MESS’e hizmet etmişti, darbeden yaklaşık 8 ay önce açıklanan 24 Ocak Kararları’nın mimarıydı ve bu kararların taslağını ilk kez sağ entelijansiyanın örgütü Aydınlar Ocağı’nda açıklamıştı. Özal, serbest piyasacılıkla dinci gericiliğin eşsiz bileşimini şahsında cisimleştiren bir isimdi ve askerler için ondan daha iyi bir seçenek bulunamazdı.
Görüşme sonrası Saltık, Özal’ı Kenan Evren’in odasına götürdü. Evren Özal’a ekonominin durumunu sordu. Özal 24 Ocak Kararları ile ilgili olarak daha önce Evren’e iki kez brifing vermişti. Onları hatırlattı ve gidişatın iyi olduğunu, istemesi halinde kendisine yarın bir rapor sunabileceğini söyledi. Görüşmenin ardından Özal hemen başbakanlık binasına döndü ve ekibine darbenin sol bir karakter taşımadığını, askerlerin 24 Ocak Kararları’nı uygulamaya istekli olduklarını, bunun için de kendileriyle çalışacaklarını müjdeledi.
14 Eylül günü Özal patron örgütü Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) Başkanı Halit Narin’i aradı ve askerin toplu sözleşme görüşmelerini ve grevleri erteleme kararıyla birlikte işçilere yüzde 70 avans verilmesini istediğini, bunun çok olup olmadığını sordu. Darbeden sonra söylediği “bugüne kadar işçiler güldü, artık gülme sırası bizde” sözüyle tarihe geçecek olan Narin’in keyfi yerindeydi, teklifi kabul etti. Grevlerin sona ermesinin, toplu sözleşme görüşmelerinin iptal edilmesinin ve sendikal faaliyetlerin durdurulmasının yanında, bu kadarcık para neydi ki!
15 Eylül günü IMF Avrupa Masası şefi Özal’ı aradı ve Ankara’da durum nasıl diye sordu. Özal da ona askerin 24 Ocak Kararları’nı benimsediğini ve uygulamaya kararlı olduğunu, ayrıca kendisine birlikte çalışmayı teklif ettiklerini söyledi. Bunu duyan IMF yöneticisi de tıpkı Halit Narin gibi keyiflendi. Ne de olsa 24 Ocak Kararları’nın gerisinde IMF vardı ve Özal da kendi adamlarıydı. Sivil hükümet döneminde işçilerin direnişi nedeniyle hayata geçirilemeyen bu kararlar şimdi asker süngüsüyle ve kolaylıkla hayata geçirilebilecekti.
17 Eylül günü IMF binasında bütün yöneticilere ve Türkiye masası personeline bir belge dağıtıldı. Belgede Milli Güvenlik Konseyi’nin 5 Sayılı Kararı’ndan bahsediliyordu ve o karar şöyleydi: Ülkemizin ekonomik durumunu düzenlemek ve daha iyiye götürmek maksadıyla yürürlüğe konulan ekonomik programla, yapılan anlaşmaların ve protokollerin uygulanmasına devam edilecektir.
Böylece darbeciler 24 Ocak Kararları’na ve IMF’yle yapılan anlaşmalara uyacaklarını resmi olarak da deklare etmiş oluyorlardı. IMF yöneticileri durumdan memnundu; çünkü Şili’deki darbeci Pinochet yönetiminden sonra bu sefer de Evren yönetimindeki Türkiye’de neo-liberal politikaları hayata geçirme şansına kavuşmuşlardı.
12 Eylül darbesi, Türkiye kapitalizminin krizini çözmek için yapıldı. Darbeyi askerler, Türkiye sermaye sınıfı, uluslararası sermaye ve ABD birlikte yaptı, 12 Eylül bir sermaye darbesiydi. 1980 Türkiye’sinde sermaye birikim rejimi tıkanmış, kâr oranları düşmeye başlamış, giderek politikleşen sendikal hareket ve işçi sınıfı ücretlerin aşağı çekilmesine razı olmamış, yönetenler yönetemez duruma gelmiş ve düzen, bu çok boyutlu krizi normal yollardan çözmeyi başaramamıştı.İşte asker, bu krizi çözmek, 24 Ocak Kararları’nda somutlaşan yeni sermaye birikim modelini hayata geçirmek, sendikaları kapatmak, grevleri yasaklamak, solu ve işçi sınıfını silindir gibi ezmek için yönetimi ele aldı. 12 Eylül darbesi tartışmasız bir şekilde bir sermaye darbesiydi.
Bir sermaye darbesi olarak 12 Eylül, her şeyden önce bir siyasetsizleştirme, toplumu depolitize etme projesiydi. İşçi sınıfı, sendikalar, halk, darbeyle birlikte siyasetin dışına itildi. Bu ise solun siyasetin dışına itilmesi anlamına geliyordu ki, solsuz siyaset, siyasetsiz bir siyaset demekti. Ekonominin kendiliğinden işleyen, kendi kuralları bulunan ve siyaset üzeri bir mesele olduğuna yönelik neoliberal yalan üzerinden ekmeği nasıl bölüşeceğiz sorusu 12 Eylül’le birlikte devre dışı bırakıldı. Eşitlik, bölüşüm, sosyal adalet gibi konular ekonominin dışına itildi, yani ekonomi de siyasetsizleştirildi.
Siyasetsizleştirme, toplumun örgütsüzleştirilmesi anlamına geliyordu, örgütsüz bir toplum ise apolitik bir toplum demekti; toplum idamla, işkenceyle, cezaeviyle, planlı programlı bir şekilde apolitikleştirildi. Siyasi partiler, sendikalar ve demokratik kitle örgütleri kapatılırken, tarikatların, cemaatlerin önü açıldı. Solun siyaset dışına atılmasıyla ortaya çıkan boşluğu dinci ideolojilerin ve akımların doldurmasına bilinçli bir şekilde izin verildi. Onlara göre Halkın bir daha “sapık ideolojilere” kapılmasını engellemenin yolu buradan geçiyordu çünkü!
12 Eylül’ün süngüsüyle uygulamaya sokulan 24 Ocak Kararları’nın üzerinden tam 40 yıl geçti ve biz hala 24 Ocak Kararları’nın ve 12 Eylül’ün mantığıyla yönetiliyoruz.
Mubarek olsun..
Sevgilerimle..